24.11.10

ELEŞTİRMEZSEK NE OLUR? PEKİ NE OLMAZ?

Eleştiri, doğru algılandığında, doğru karşılandığında ve elbette ki doğru yapıldığında yazar için en hakiki yol gösterici, okur için daha iyi kitaplar okuma hakkını arama yoludur. Ne yazık ki artık çoğu yazar eleştirilmeyi kabullenemiyor, görmezden geliyor, umursamıyor veya sinirleniyor. Çoğu kendince eleştiri savuşturma yolları
bile buluyor!
 Kötü kitaplar okuduğunuz zaman siz de sinirlenmiyor musunuz? Ben gerçekten öfkeleniyorum. 'Tanışalım' yazımda da belirttiğim gibi benim, bir kitaba yapabileceğim en büyük hakaret, onu tükenmez kalemle okumaktır. Aklımdan çoğu kez, nacizane düzeltmelerini yaptığım kitapları yayınevlerine ve hatta yazarların bizzat kendisine göndermek bile geçti... Kötü kitaplar karşısında benim durumum işte bu; tükenmez kalem ve sinirden kızarmış bir yüz! Bu blog'un açılış sebeplerinin belki en önemlisi de işte bu 'sadece okur' eleştirilerimi paylaşmak, 'neden kötü?' tartışmasını yapmaktı. (Oldu mu derseniz şu an için hayır demek zorundayım) Hata mı yoksa gereksiz bir iyi niyet mi siz karar verin, ama burada yazar veya kitap ismi vermiyorum -aslında verilmesi gerekiyorsa da...-
  Peki neden eleştirmeliyiz? Önce konuyu okur açısından ele alalım. Kaçımız hatalarla dolu veya doğru dürüst çevrilmemiş bir kitabı, yayınevine bildirdi? Kaçımız bloglarda, orada burada bu kitaplardan adı verilerek yada verilmeksizin bahsetti, şikayetlendi? Biz okur olarak yazar için, yayınevi için ne kadar önemli olduğumuzun farkında değiliz gibi geliyor bana... Biz, sesimizi çıkarmadığımız sürece, alelacele 'yazılıvermiş', imla kurallarından bihaber, araştırmadan yazılmış boş ve yanlış bilgi dolu, 'ben yazdım oldu' romanları okumaya mahkumuz... Oysa ki, yazara ve/veya yayınevlerine sorumluluklarını kibarca hatırlatmak okur olarak bizim üstümüze düşen bir görev, neticede yürek sızlatan bir gerçek de olsa, kitap işi artık tamamen bir arz - talep ilişkisi... Kötü kitaplara, kötü yazarlara, kötü çevirmenlere prim verildikçe, iyi yazar, iyi kitap, iyi çevirmenler kaybediyor! Onlar, dolayısı ile de biz, okurlar... Yani kitaplar konusunda 'sustukça sıra hep bizde'...
  Peki neden eleştirilmeliyiz? Şimdi yazar açısından bakalım. Bahsi geçen 'kötü' yazarlar, her zaman bilerek ve isteyerek, som bir kötü niyet veya som bir boşvermişlik içinde bulunmayabilirler. Esasen farkında bile olmadıkları ancak okurun gözüne batan hataları var olabilir. Bu hatalar kitabın da, yazarın da olumsuz yorumlar almasına ve aslında en kötüsü kendisini yanlış bir biçimde ifade etmiş gibi görünmesine sebep olabilir. Eleştiriyi kendine bir kılavuz olarak gören yazar için, bu bir dahaki eserinde tekrarlamayacağı bir hatadır, oysa eleştiriyi en kaba tabirle küfür gibi karşılayan yazarlar, aynı çukurun içinde daireler çizmekten kurtulamaz. Hitap edilen okursa, yazar için en önemli şey, okurun kitap hakkında ne düşündüğüdür! Günümüzde 'Ben kendim için yazıyorum' diyen yazar kaldı mı? Şu günlerde özellikle genç yazarlar arasında bir burnu büyüklüktür gidiyor, çoğu yapılan eleştirileri ya duymazdan geliyor, ciddiye almıyor yada alaycı ifadelerle, eleştirenleri paylıyor. Acı olan; esasen bunun onları 'o' şekilde kabul eden 'okuyucu kitle'leri için daha bir büyük daha bir havalı mertebeye çıkarıyor olması. Peki nereye kadar? Oraya kadar işte, daha ilerisi yok, olmayacak da... 
  Son olarak çok önemli bir şeyin altını çizelim; eleştiri yapan tarafın tutumu da, eleştirilenin tavrı kadar önemli elbette... Hatta belki daha önemli. Evet eleştiri her iki taraf için de çok önemli, be an şart ki, amacı ve içeriği doğru olsun. Zira yanlı veya yan amaçlı eleştiri tam manasıyla 'saldırı'dır, başka bir şey değil...Yazmış bulunduğum hiçbir şey 'saldırı'lar için geçerli değildir. Ama aynı şekilde, herhangi bir kar elde etme durumu olmadığı sürece bana göre, objektiflik de eleştirinin taşıması gereken zaruri bir nitelik değildir. En nihayetinde okur olarak eleştirmek ile 'eleştirmen olmak' farklı mefhumlar...

5 yorum:

Fabrizya dedi ki...

Bu sebeptendir herhalde, yakın zamanda, bir arkadasımın da tavsiyesi üzerine bestsellerlardan ziyade klasik edebiyat kitaplarına daldım. Çok profesyonel bir okuyucu olmamakla berbaber son yıllarda bestseller fanatigi gibi olduğumu zannediyorum, popularite kurbanları gibi... Ama klasik edebiyat ile "yeni nesil" edebiyatı ancak her ikisini de okuyarak ayırt edebiliriz diye düşünüyorum. İşte eleştiri burda ortaya çıkıyor belki. Okuyup prim yaptırmaktansa ayırt edicilere belki eğilmeliyiz, konu sadece eleştirmek değil değiştirmekte olmalı, en güzel cevabı okuyucu veriyorsa eğer.

LATİFE... dedi ki...

Değiştirmek, okur sesini çıkarmadığı halde gerçekten zor zira eleştirmek okura, değiştirmek ise yazara ve yayınevi mutfak ekiplerine düşen roller... Bestseller mefhumu ile yeni nesil edebiyatı külliyen bir tutmamak lazım önce, çok iyi bestseller kitaplar da var, 'Bu neydi şimdi?' dedirteni de... Ve evet haklısınız, ben de bunu anlatmaya çalışıyorum, bu kitaplar okunmalı, en azından iyi kötü ayrımı yapılabilmesi için okunmalı... Ama bu noktada okuduktan sonra 'Amma da kötüymüş' deyip rafa kaldırmamak da lazım... Okur eleştirisi olmadan edebiyat nasıl değişebilir? Okur ve yazarın bu bağlamda iletişim halinde olması gerekmez mi? Tüketim kültürünü yaşıyoruz evet ama bazı zararlar geriye çevrilebilir durumdaysa neden olmasın? Ortaya sorunu koymadan çözüm bulabilir miyiz? Bu arada klasik edebiyattan kastınız nedir? 'Klasikler' mi, daha eski kitaplar manasında mı?

Fabrizya dedi ki...

Benim "klasik" diye tabir ettiğim kült yazarlar ve romanlar; Peyami Safha gibi veya Sami Paşazade Sezai, Paulo Coelho'nun Simyacısı gibi vs... Okurun film izler gibi degil de gerçekten kitap okuduğunu hissettiği gibi kitap ve yazarlardan bahsediyorum. Bu fikri bu denli baskın paylaşabilmemin sebebi daha önce de bahsettiğim gibi hayatımın yakın bir dönemini bestseller fanatigiymiş gibi yaşamam, şimdi elime almaya değer görmediğim -belki de haddim olmadan- yazarların kitaplarını bir dönem, hatta herkese tavsiye ederek, okumam. Peki bugünki tercihlerimden memnun muyum? Elbette :)

Fabrizya dedi ki...

Medya ve interaktif medya çağında yaşıyoruz ve sizin gibi değerli okurlar bu fırsatı güzel değerlendiriyor. Belki de benim gibi daha nice çömez okurlar da bundan yararlanıyordur. Sesler yükseliyor. Fakat bestsellermış, popüler yazarmış falan tabi okuyucunun da terchiyle dogru orantılı bir durum, sizin de "BESTSELLER: ESER Mİ, ÜRÜN MÜ? HAKARET Mİ REVA MI?" yazınızda bahsettiğiniz gibi. Bu su hiç durmaz, sektör yerleşmiş ve akıp gidiyor,. Farkındalıklarımızın arkasında durmak bize düşen görev bu durumda, eğer edebiyatı seviyorsak, değer veriyorsak ve okuyucunun ilk aradığı şey; keyif alıyorsak. Okuyucunun yazarla iletişimine gelince de okuyucu kalitesinin yavaş yavaş düştüğü bir ülkede en azından imza günlerine sadece eseri imzalatıp övgüler yağdırmak ve söyleşilerine de yazarı bir görelim diye gitmek yerine ağzımızdan iki cümle eleştiri çıksa belki yazar biraz düşünür, ama bu kadar burnu kafdağında yazarın da alelade gördüğü bir okuyucusunun eleştirisini ne kadar dikkate alacağı düşündürüyor beni...
Bu arada kitaplar üzerinde düzeltmeler yapıp yayınevlerine göndermeniz de bence yazara ve yayın evine yapılmış büyük bir inceliktir.

LATİFE... dedi ki...

Öncelikle klasiklerle ilgili sorumu yanıtladığınız için çok teşekkür ederim. 'Ne derece ciddiye alınırız?' kaygınızı tamamen paylaşıyorum, sadece bir kaç kişi sesini çıkarırsa tabii ki bu sorunun yanıtı müsbet olmaz, bu açık. Ama bu konuda tepki göstermeyi alışkanlık haline getirebilir ve gerek yazarların, gerekse yayıncıların esas 'ciddiye alması' gerekenin biz, yani okurlar olduğunu fark etmelerini sağlayabilirsek, bu tavrı sürdürebilmeleri için eserlerine her konuda çok güvenir vaziyette olmaları gereken bir durum olacaktır ki bu da bizim için raflarda şenlik demek.:) Bu arada haddim olmayarak, kendinize 'çömez okur' demenizi kabul etmiyorum, hiçbirimizin birbirimizden bu konuda bir üstünlük durumumuz yok.:)Unutmadan, kitapları 'karalayarak' okuyorum, evet ancak şu ana kadar herhangi bir yayınevine bu müsveddeleri göndermişliğim yok, onun yerine buradan benim gibi düşünen insanlarla paylaşmayı tercih ettim. Zira burada bahsettiğim hususlar, o kadar yaygın ve o kadar genel ki, onun yerine benim gibi kitapları hayatında su gibi, hava gibi bir yere koymuş kişilerin duyarlılığını arttırmak, bunlardan dert yanarken yanlız olmadığımı görmek istedim. Çünkü öyle hissediyordum, bir baktım, beni çileden çıkaran bu kitapların yazarları önünde imza almak için upuzun kuyruklar oluşmuş, orada burada bu kitaplar 'kült' olmuş! 'Belki sorun bendedir, o kadarcık hata kadı kızında da olur belki' diye düşünüyorken, blog'a öyle güzel yorumlar geldi ki, yanlız olmadığımı şimdi şimdi anlıyorum.